Peri Gazozu'nun İzinde

avatar

Her şey ağustos ayında izlediğim bir videoyla başladı. Eylülde okuyacağı kitapları heyecanlı heyecanlı anlatan kızı dinliyor, beğendiklerimi not alıyordum. İsmiyle dikkatimi çeken Peri Gazozu'nun meğerse çok güzel bir hikâyesi de varmış.
Öncelikle onu Adana'daki bir şiir dinletisinde koltukların altında bulan yeni sahibi evine götürür. Beğeniyle okuduktan sonra bir başkasının hayatına da dokunsun diye arkadaşına verir. Kitap; okunduktan sonra bir başkasına, bir başkasına derken iki yılda okuyucudan okuyucuya giderek hiçbir evde hiçbir kütüphânede sabit kalmayarak varlığını sürdürür. Birçok il gezer; Hatay'a, Sivas'a ve nihâyet Ankara'ya ulaşır. Herkes son sayfasına ismini ve şehrini not düşerek kendinden bir parça da ekler kitabın hikâyesine. :)

Videoyu izlerken, sanki basımı kalmamış gibi gelmişti bana ya da kulaklarım da artık bana oyun oynuyor. En az benim kadar seviyor olmalı yeni kitaplarla tanışmayı. :) Vakit kaybetmeden sipariş verdim tabii ki bekleyemezdim şehirleri dolaşan kitabın bir gün bana da geleceği günü. 🙆‍♀️


Yazarı olan Ercan Kesal'ı tanımıyordum, daha doğrusu ben öyle zannediyormuşum. Hakkında araştırma yaparken, izlemediğim ama ara ara denk geldiğim Çukur dizisindeki mafya babasını canlandıran kişinin olduğunu öğrenince biraz soğudum kitaptan. :/
Nedense öyle bir karaktere hayat veren kişinin kaleme aldıklarına karşı merakım bir anda söndü. Tamam bu yaptığım belki de yanlıştı, adamın oynadığı diziyle yazdıkları arasında bir alaka yoktu; fakat buna ikna olmam için zaman lazımdı bana..

O sıralarda elimdeki, Füruğ Ferruhzad'ın 'Yaralarım Aşktandır' kitabındaki şiirlere gömülmüştüm. Bir çevirinin hatalı yapılmış olduğu hissine kapıldım. İnternette kendimce doğrusunu ararken, kitabın bir tiyatro oyununa ilham verdiğini ve aynı adla izleyicisiyle buluştuğunu gördüm.
Başroldeki kadın aynı Füruğ'a benziyordu ve soyadı da hiç yabancı gelmedi bana.
Nazan Kesal, meğerse benim okumayı başka baharlara bıraktığım Peri Gazozu'nun yazarının eşiymiş. 🤷‍♀️
Bunu bir işaret olarak kabul ettim ve kitapla tekrar yakınlık kurmaya karar verdim. Magazin gazetecileri gibi oldum ama ne yapayım. :/ Umarım başınızı ağrıtmamışımdır. 🙄

Bir sohbet esnasında bu konudan bahsettiğim arkadaşımın çok hoşuna gitti. Yazmamı istediği ve beni teşvik ettiği için teşekkür ediyorum buradan da kendisine. 🙏☘


Yazarına birazcık haksızlık ettiğimi kabul ettim, hayat hikâyesini okuyunca. Kendisinin idealist bir doktor olduğunu, Anadolu'nun küçücük ve unutulmuş taşralarında insanların yardımına koştuğunu öğrendim. Kitapta kim bilir hangi hayatları gözlerimizin önüne seriyordu?
Senaryosunu yazdığı, Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filminden ve oynadığı muhtar karakterinden de övgü dolu sözlerle bahsediliyordu. Merak etmedim değil hani. Yurt dışında ödüller de alan bu filmi duymuş ama izlememiştim. İçimden bir ses çok yakın bir zamanda seyredeceğimi söylüyordu. :))
Peri Gazozu'nun izinde ilerlerken öğrenmeye devam ediyor, elimdeki kitaptan daha fazlasını okuyordum sanki. Hepsi bir basamak gibiydi bana başka başka şeyleri anımsatan..

Bir Zamanlar Anadolu'da

Yağmurlu bir Ankara sabahında Bir Zamanlar Anadolu'da filmini izlemeye başladım. Hayatımın bir döneminde etkisi olan Kırıkkale'de çekilmiş olması sürpriz oldu benim için. Mekâna hiç yabancılık çekmedim, gecenin bir vakti bozkırın ortasında ilerleyen arabaları uzaktan izliyor gibiydim. Buğday başaklarının rüzgarda salınırken çıkardığı o ses ile trenin yavaş yavaş uzaklaşırken ardında bıraktığı iz beni çocukluğuma götürmeye yetmişti. Tanıdık gelen köy isimlerini not ediyordum, hikâyenin geçtiği yerlere daha sonra bir başka gözle de bakabilmekti amacım.

Kasabalarda hayat bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. Her tepenin ardında 'yeni ve farklı bir şey' çıkacakmış duygusu; ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar..
..

Sonunda köydeki muhtarlı sahneye geldi; evet dedikleri gibi sahiciydi, tıpkı çocukken bir köy gezisinde o leziz yayık ayranlarından ikram eden insanlar gibiydi.
Film bittiğinde uzun bir sessizlik oldu..

Bir doktorun not defteri kıvamındaki anlatılardan oluşan Peri Gazozu'nu okumaya başlamıştım nihâyet. Alışılagelmiş anı kitaplarından farklı olarak belli bir zaman çizgisinin dışında ilerleyip, yazarın hayatına etki etmiş olayların harmanlanmasından oluşuyor.
Avanos'taki çocukluğu, öğrenciliği, Anadolu'nun ücra köşesindeki mecburi hizmeti ve İstanbul'daki hastanesini açtığı yıllar kitabın odak noktalarından. Bölüm isimleri bir temayı oluşturuyor ve bahsi geçen dönemlerden birer anekdotu içinde barındırıyor.

Bir Zamanlar Anadolu'da filmini de kitabı okumadan önce izlemişim iyi ki. Film, kitaptaki hayatların izdüşümü gibiydi. Siyah beyaz fotoğraflarda saklı kalmışların kendine yer edindiği bu kitabı özellikle doktorların okumasını isterdim.

Her zamanki gibi yaşanmışlıklar beni kendine çekiyordu. Bazen o sahicilik gülümsetiyor, ardından gelen hüzünlü hikâyeler de keşke gerçek olmasaydı dedirtiyordu. Gözlerim dolarak okuduğumu itiraf etmeliyim..

Hayatımız bir yumağın sürekli sarılmasıdır.

Günlük koşuşturma içinde, hep bir yerlere yetişme telaşesindeyken ıskaladığımız anlara, yanımızdan öylesine geçip giden insanlara veya bir gazetenin küçücük köşesinde kendine yer bulabilmiş haberlerin gerçek sahiplerine dair hikâyelere de kulak veriyoruz.

Birbirlerimizin hayatlarının içindeyiz bundan hiç haberdar olmasak da.

Bir Zamanlar Anadolu'da

Sanki o an yaşanıyormuş gibi de hissettim, izliyormuş gibi de bazen. Zaten yazar da "Okur, hikâyelerimi okumak yerine seyretsin istedim." dememiş miydi? 🤷‍♀️
Bir de bitmesin diye çok yavaş ilerliyordum galiba. Okurken hayal ediyordum anlattıklarını. Tüm ailenin yaşadığı o iki katlı taş evi, avlunun en dibindeki karanlık ve serin mağarayı, mağaranın girişindeki 'tafana' denilen koyun postundaki taze peyniri ve gelip geçenin elleriyle alıp ekmeklerine katık edişini, kuzuların çıkmaya çalıştığı minik havuzu ve bir kovukta kitap okuyan çocuğu..

"İnsan denen canlının en iyi kasabalarda tanınabileceğini ve burada yaşayacaklarımın ruhumda derin izler bırakacağını şimdiden anlamıştım."

Derken yazar; okuyucularının da aynı hissiyatı paylaşacağını tahmin etmiştir şüphesiz. Kızılırmak'ın serin sularında gözlerinin önünde yitip giden çocuğun çırpınışlarını, Sivas'taki yangında can verenleri, töreye kurban edilen kızları, sevdiği tarafından katledilen birinin cüzdanından çıkan ve yine katiline ait olan kanlı vesikalık fotoğrafı, yetim çocukların şehit babalarının bayraklı tabutlarına sarılışlarını da hatırlatarak göğsümüze kocaman bir taşı bırakarak gider.

Hiç birileriyle aynı dünyada yaşamaktan utanç duyduğunuz anlar oldu mu?

Diyor kitapta ve okurken içinizden bunu defalarca sorup cevaplarken buluyorsunuz kendinizi.


Babasının, Peri Bacaları'ndan esinlenerek ismini koyduğu Peri Gazozu; yıllar sonra bile damaklarda tat bırakmaya devam etmişti kelimelere bürünerek. :)
'Heybesinde biriktirdiği hikâyelerin içinde olsam ne yapardım?' diye sorgulattıran; sonundaysa duraksatıp düşündüren bu kitap daha fazla yüreğe dokunur umarım.
Yeni baskılarında keşke bölüm sonlarındaki zorlama tespit cümleleri çıkarılsa da o samimiyet kokan satırlar kalsa zihnimizde sadece.

Kelimelerin ruhu vardır. Kelimeler sadece harflerin bir araya gelmesiyle oluşan anlamın dışında bir şeydir.
..

Ben de 'litost' kelimesini öğrendim kitaptan. :)
Yalnızlık, hüzün, öfke, hayal kırıklığı, utanma, çaresizlik, mahcubiyet, isyan ve daha birçok duyguyu kapsayan Çekçe bir sözcük. Derin bir iç çekiş yani..
Peri Gazozu'nu bu iki kelime tam manasıyla yansıtıyor diyebiliriz.
"İç çekiş.."


Su Yıkamak



0
0
0.000
23 comments
avatar

Merhaba, çok güzel bir yazı olmuş. Türkçe yazanları arada sırada okumaya çalışıyorum. Bu kadar güzel yazanlar olduğunu bilmek güzel burada. Hala yazmaya devam etmeleri daha güzel. Diğer yazılarınıza da bir göz gezdirmek isterim.
Kitaptan daha çok filmi merak ettim. Sanki kitaptan alıntı gibiymiş hissi uyandırdı. Kitaptan geçenler de sanırım şurada anlatılıyor. Bunları okumak istemezdim:

Kızılırmak'ın serin sularında gözlerinin önünde yitip giden çocuğun çırpınışlarını, Sivas'taki yangında can verenleri, töreye kurban edilen kızları, sevdiği tarafından katledilen birinin cüzdanından çıkan ve yine katiline ait olan kanlı vesikalık fotoğrafı, yetim çocukların şehit babalarının bayraklı tabutlarına sarılışları

:-(

0
0
0.000
avatar

merhaba, teşekkür ederim güzel sözleriniz için🙏
yazmak biraz da insanlarla güzel oluyor, umarım az da olsa burada yazmaya devam eder sevdiklerim:)

Kitaptan daha çok filmi merak ettim. Sanki kitaptan alıntı gibiymiş hissini uyandırdı.

aslında film bu kitapta bahsi geçen anılarının birleşiminden oluşuyor diye tahmin ediyorum
filmdeki doktor kendisi, yani ben öyle düşünüyorum:)

Bunları okumak istemezdim.

kitapta komple dram yoktu; yaşanmışlıklar, bir köy doktorunun kapısını çalan insanlar ve hikâyeleri ile genç bir doktorun olaylar karşısında hissettiklerinden oluşuyor.
acı tatlı her şey yani..
o yüzden okunmasını isterim, galiba ben ara ara elime alıp rastgele bir sayfasını açıp okurum..

0
0
0.000
avatar

Sizi gördüğüme çok sevindim.

Ercan Kesal'ın doktor olduğunu biliyordum ama kitap yazdığını bilmiyordum. Aslında ismini de bilmiyordum. Ben de o diziden tanıyordum kendisini.
Aslında hepimizin hayatından bir roman çıkar heralde. Herkesin yaşamı boyunca karşılaştığı bir çok önemli, olağan dışı olaylar vardır. Hatta bence bazı hayatlardan bir değil bir kaç tane kitap çıkabilir :)

Hiç birileriyle aynı dünyada yaşamaktan utanç duyduğunuz anlar oldu mu?

Olmaz olur mu? Neredeyse her gün oluyor. Bunun için bir ana haber bülteninin izlenmesi kâfi..

Sizi burda görmek, yazılarınızı okumak büyük bir zevk gerçekten.
Değerli paylaşımınız için çok teşekkürler.

0
0
0.000
avatar

çok teşekkür ederim 🙏
ben de uzun bir aradan sonra yeniden bir şeyler karalamış olmama sevindim :)

sizi de buralarda görmek çok güzel ayrıca🌼

Aslında hepimizin hayatından bir roman çıkar herhalde.

aslında böyle 'anlatsam roman olur' tadında bir hikâyeyi günlerce gecelerce dinlesem de yaşanmışlıkları herkesin okumasını ve öğrenmesini sağlayabilsem..
bunu düşünüyorum ne zamandır ☘

0
0
0.000
avatar

Bence kesinlikle bir kitap yazmalısınız. Öyle ahım şahım olayların olmasına da gerek yok. Önemli olan olağan olayları bile heyecan verici bir şekilde okuyucuya aktarabilmek. Mesela Peyami Safa'nın 'Dokuzuncu Hariciye Koğuşu' adlı eseri. Bir gencin bacağjndaki rahatsızlıktan dolayı hastanelerdeki çektikleri sıkıntılar ve bir kızı sevip ona kavuşamaması. Sadece bu. Ama Üstad o kadar güzel ve akıcı aktarıyor ki bunu okuyucuya, hiç sıkılmadan bir solukta okuyup bitiriyorsunuz.
Bunu sizde rahatlıkla yapabilirsiniz bence. Çünkü yazılarınız çok güzel ve akıcı.
Size söz veriyorum, eğer kitap yazarsanız 10 tane ben alacağım :)

0
0
0.000
avatar

öncelikle çok teşekkür ediyorum bu güzel temennileriniz için, belki bir gün :)🙏

Size söz veriyorum, eğer kitap yazarsanız 10 tane ben alacağım :)

😽

haklısınız basit, olağan bir konuyu bile öyle güzel anlatıyor ki Peyami Safa; ama anlattıkları kendi hayat hikâyesinden izler taşıdığı için daha da etkileyici oluyor kanaatindeyim.
yaşanmışlıklar ve benzerlikler sayesinde herkes kendine özel bir yakınlık duyup bağ kuruyordur karakterlerle.. en azından benim için olayların kurgu olmadığını bildiğim zaman böyle oluyor.

0
0
0.000
avatar
(Edited)

…bir başkasına derken iki yılda okuyucudan okuyucuya giderek hiçbir evde hiçbir kütüphânede sabit kalmayarak varlığını sürdürür. Birçok il gezer; Hatay'a, Sivas'a ve nihâyet Ankara'ya ulaşır. Herkes son sayfasına ismini ve şehrini not düşerek kendinden bir parça da ekler kitabın hikâyesine. :)

Vay be :) Tam sizin tarzınızmış. Demek ki böyle orijinal fikirler üretme kitap severlere has bir özellik ;)

Tamam bu yaptığım belki de yanlıştı, adamın oynadığı diziyle yazdıkları arasında bir alaka yoktu; fakat buna ikna olmam için zaman lazımdı bana..

Tam bir Türk :D Hocam bu kadar duygusal olmayın. Eminim insanın dünyada en cahilden ya da en kötüden bile öğrenebileceği bir şeyler vardır..

Kendisinin idealist bir doktor olduğunu, Anadolu'nun küçücük ve unutulmuş taşralarında insanların yardımına koştuğunu öğrendim.

Vaaay böyle insanlar kaldı mı yahu dünyada :S

Hocam ya noluyor, kitap ile başladık sonrasında filme öyle bir geçtiniz ki o geçiş tam olarak nerede oldu anlamak için geriye dönmek zorunda kaldım :D

Her zamanki gibi yaşanmışlıklar beni kendine çekiyordu. Bazen o sahicilik gülümsetiyor, ardından gelen hüzünlü hikâyeler de keşke gerçek olmasaydı dedirtiyordu. Gözlerim dolarak okuduğumu itiraf etmeliyim..

Ne kadar duygusal bir hocam varya. İşte benim hocam. Sizin bu inceliğinizi seviyorum.

Derken yazar; okuyucularının da aynı hissiyatı paylaşacağını tahmin etmiştir şüphesiz. Kızılırmak'ın serin sularında gözlerinin önünde yitip giden çocuğun çırpınışlarını, Sivas'taki yangında can verenleri, töreye kurban edilen kızları, sevdiği tarafından katledilen birinin cüzdanından çıkan ve yine katiline ait olan kanlı vesikalık fotoğrafı, yetim çocukların şehit babalarının bayraklı tabutlarına sarılışlarını da hatırlatarak göğsümüze kocaman bir taşı bırakarak gider.

Hocam ne kadar hüzünlü hayatlara denk gelmiş yazar, insan bunları yaşasa kahrolur :(

Yalnızlık, hüzün, öfke, hayal kırıklığı, utanma, çaresizlik, mahcubiyet, isyan ve daha birçok duyguyu kapsayan Çekçe bir sözcük. Derin bir iç çekiş yani..

Hocam o nasıl bir kelime ki bu kadar anlamı kapsıyor :S İlk defa duydum. Ama utanarak söylüyorum anlamadım :D

Yine harika bir yazı yazmışsınız hocam. Elinize sağlık. Tek solukta okudum.

ayrc2.png

0
0
0.000
avatar

Tam sizin tarzınızmış. Demek ki böyle orijinal fikirler üretme kitap severlere has bir özellik ;)

evet tam benim tarzım, iz peşinde giderken farklı şeyleri de öğrenmenin mutluluğuna varmak gibi bir şey galiba:)

dünyada en cahilden ya da en kötüden bile öğrenebileceği bir şeyler vardır..

kesinlikle vardır ama işte insanın hayalinde çizdiği portrenin dışına çıkılması kötü oluyor ilk başta, neyse ki zaman var:)

kitap ile başladık sonrasında filme öyle bir geçtiniz ki

kitap ile film iç içe diyedir belki🤷‍♀️

ne kadar hüzünlü hayatlara denk gelmiş yazar, insan bunları yaşasa kahrolur

uzun sene önce ücra kalmış köy ve kasabalardaki bir doktorun karşılaşabileceği hikâyelerden kesitler sadece.
acı tatlı birçok şey var kitapta, sadece hüzün barındırmıyor🌼

o nasıl bir kelime ki bu kadar anlamı kapsıyor

benim hoşuma gitti ama söylenişi de kulağa ahenkli gelseydi tam olurdu:))

böyle uzun bir yazıyı tek solukta okuduğun ve bu güzel alıntılamalı yorumun için teşekkür ediyorum ☘

0
0
0.000
avatar

Ercan Kesal’ı keşfettiğim ve çok sevdiğim kitabı

0
0
0.000
avatar

ardından gelen hüzünlü hikâyeler de keşke gerçek olmasaydı dedirtiyordu.

lise yıllarımdan bu yana gerçek hikayelerden bu nedenle hep uzak durdum. Film dizi vs. Kurgu olsun az sevineyim az üzüleyim mantığı kalmış sanırım. Tabi bu mantığı sorgulatan bir içerik olmuş.
Ellerine sağlık sudefteri

0
0
0.000
avatar

teşekkür ederim, beğenmene sevindim :)

gerçek hayatların anlatıldığı şeyleri seviyorum galiba, hem kurgu kitap film vs hepsi mutlu sonla da bitmiyor bazen bi çizgi filmde bile gözyaşlarımı tutamıyorum 🙄

hikâyenin beni sarıp sarmalaması ve kendimden parçalar bulmak hoşuma gidiyor:)

0
0
0.000
avatar

Kurgular kötü sonla bitse dokunmuyor çok zaten. Yani bence yeteri kadar dokunuyır :)

Kendinden parça bulmak senin temel taşın sanıyorum. Neyse ki çok yönlü bir insansın. Yoksa işimiz daha zordu :)

0
0
0.000
avatar

"temel taşın" diye düşünmemiştim aslında ama evet galiba öyle:)
umarım çok yönlü biriyimdir:))

0
0
0.000
avatar

Congratulations @sudefteri! You received a personal award!

Happy Birthday! - You are on the Steem blockchain for 2 years!

You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking

Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!
0
0
0.000
avatar

vayy be..
2.yıl dönümü olduğunu unutmuşum, böyle bir mesajla mı haberdar olacaktım. :(
halbuki geçen yıl böyle miydi, günler öncesinden hazırlık yapmış ve destan gibi bir 1. yıl hatırası yazısı karalamıştım :)
çok şey değişti tabii burada, tıpkı sevgili baycan'ın şiir dinletilerinde sık sık okuduğu ve dinlemekten büyük keyif aldığım o şiir gibi.
ne diyordu orada..

geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
bir taşla iki kuş vurdun
biri benimdi
biri de bendim sanki.

...
geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
ben bir yas tuttum, teselli buldum
kovboy şapkalarını orta yerinden vurdum
sanırsın tabancadan anlarım
durdum bir de kendime doğrulttum
annem çok ağladı, sırf bu sebepten
kendime kıymaktan kendimi alıkoydum.

yine de her şey güzeldi ve umarım yeni güzellikler de bizi bir yerlerde bekliyordur.. ☘

0
0
0.000