Dehşet Hikâyeleri 1-2-3 | Slasher & Bloodride

avatar

Sisli ve soğuk bir Ankara'dan selamlar. 🙋‍♀️

Sanki tüm renkleri çekilmiş gibi şehrin. Gri ve tonlarından başka hiçbir şey görünmüyor adeta. Bahçedeki nefis kokusuyla başımızı döndüren gülibrişim ağaçları soldu, çamlar suskunluğa büründü. Kuşlar o güzel şarkılarını da alıp göç etti ve saksağan ile güvercinlere kaldık yine. 🍃🍂

Biraz içimi ısıtsın diye ıhlamurlu, nar çiçekli, kuşburnu, gül, rezene, zeytin yaprağı ve elime ne geçerse attığım bir kış çayı hazırladım kendime. Şu an demleniyor ben de sizlerin karşısına geçtim ve konuşmak, anlatmak istedim yine.
Fonda varlığını bile unuttuğum, oynatma listemdeki küflenmiş bir şarkı çalmaya başladı. Cem Adrian ve Hüsnü Arkan'dan Gönül Yarası eşlik ediyor. Yeni şarkıya geçmesine rağmen tekrar açtım. Eski bir dostla karşılaşmak gibiydi çünkü bu tını.


20231130_090852.jpg

Geçtiğimiz hafta beni diyardan diyara sürükleyen kitaplardan bahsetmek istiyorum. Genç-yetişkin kategorisine giren bu seriyi çok beğendim. O kadar hızlı okutuyordu ki kendini, ne zaman bitirdim anlayamadım. Başlıktan da gördüğünüz gibi Dehşet Hikâyeleri'nden bahsediyorum. Yazar Chris Priestley tüyler ürpertici bir seri kaleme almış. David Roberts'ın çizimleri de o havayı yakalamış. 🧟‍♀️


20231130_090915.jpg

Birinci cildin ismi Montague Amca'nın Dehşet Hikâyeleri. 224 sayfaya 10 muhteşem öykü sığdırmış yazar. Öyküler birbiriyle bağlantısız ilerlese de bir yerde birleşiyor. Sohbet ortamında anlatıldığı için siz de şömine başında onları dinliyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.
Bir gün, ormandaki kocaman malikânesinde yalnız yaşayan Montague amcasını ziyarete gider küçük Edgar. Onun ıssız yolda yürürken peşinden geldiğini sandığı gölgelerden korktuğunu gören amcası, ona bir hikâye anlatır.

Norveçliler, dünyanın bir dişbudak ağacının dallarından birinde asılı durduğuna inanırlarmış eskiden. (sf 17)

Kuzey ormanlarında yaşayan halktan, Keltlerden, onların ağaçlara atfettikleri önemden ve kurban ayinlerinden bahseder. Öznesi çocuk olan bu hikâye gerçekten yaşanmış mıdır acaba?

Ardından dolaptan çıkardığı bir porselen bebeği Edgar'a uzatır. Bununla ilgili anlatacağı şeyleri merakla bekliyorduk ikimiz de. Medyumlar ve oyuncak bebek eviyle ilgili olan bu olay bir korku filminin içindeymişim gibi hissettirdi. Kapı-sız gerçekten kitabın ismine yaraşır derecede güzeldi.

Harriet ve annesi rolündeki Maud, zengin evlere ruh çağırma seansları düzenleyen ama aslında küçük hırsızlıklar yapan bir çetedir. O gün de bir evde medyumculuk oynarken Harriet, çaktırmadan odaları geziyor ve yokluğu hemen fark edilmeyecek değerli eşyalar arıyordu. Tam elini tokmağa uzatmışken arkadan gelen bir ses sıçramasına sebep olur: "Yerinde olsam oraya girmezdim."
Bu sözleri söyleyen küçük Olivia'dır. Bunun üzerine Harriet, iyice merak eder kapı-sız isimli odayı. Acaba girecek miydi oraya?

🫖 🫖 🫖

Hikâyelere bir çay molası veren amca yeğeni görünce ben de kış çayının evi saran o enfes kokusuna daha fazla dayanamadım ve bir fincan almaya gittim. Siz de şu an çay/kahve içiyorsanız afiyet olsun, beraber olsun. ☕

Kitaptaki eskici arabasında yeni kurbanlarını bekleyen ahşap el oyması iblis figürünün olayı da ilgi çekiciydi.

Göz ucuyla baktığımda gravürdeki iblisin hareket ettiğini görür gibi oldum. "Çekil oradan, Edgar." dedi amcam sessizce. "Öyle şeyler vardır ki asla uzun süre bakılmaması gerekir." (sf 84)

Adaklar isimli, Hayvan Mezarlığı filminden fırlamışcasına bir anlatıdan sonra, Kış Budaması'nı okumak da ürpertti içimi. Gözleri görmeyen bir ihtiyar olan Tallow Anne, yalnız başına yaşamaktadır. Çocuklar ona cadı der ve bahçesine girmek için birbirleriyle anlamsızca iddialaşır. Bir gün Simon isimli çocuk, onu annesine anlatır. Annesi o kadının hâlâ yaşıyor olmasının imkansız olduğunu çünkü kendisinin ve hatta annesinin küçüklüğünde bile çok yaşlı olduğunu söyler.
O civarda dolaşmaması yönünde uyarsa da merakına yenilen çocuk, cadının evine gider. Bahçede elma ağaçlarını budayan kadın nasılsa onu göremez diye emin adımlarla sessizce evi gezmeye başlar. Ahşap bir kutu görür. Üzerinde bu ev ile bahçe resmedilmiştir ve hatta bahçedeki yaşlı kadın da. Bir anlığına hareket ettiğini sanır kutunun üstündeki bir şeylerin. Hikâyenin devamını merak ediyorsanız kesinlikle okumalısınız. Bu satırları yazarken bile ürperdim. Çünkü benim çocukluğumda da buna benzer bir şey yaşamıştım. Ondan sonra bahsederim. 🙊

Altın Yaldızlı Çerçeve, Cinler, Bir Hayalet Hikâyesi, Patika ve son olarak Montague Amca'nın Öyküsü ile son buluyordu kitap. Çok keyif aldım, her gün bir bölüm okuyarak ilerlesem de bazen ben de sayfalar arasındaki çocuklar gibi merakıma yenik düşerek fazlasını, daha fazlasını okudum diyebilirim. 🙆‍♀️


20231130_090946.jpg

İkinci cildin ismi Kara Gemi'den Dehşet Hikâyeleri idi. Konusu kısaca şöyle: Eski Han denilen bir uçurumun ucuna kurulan ve denizin devasa dalgalarının her daim kayalıkları dövdüğü yerde yaşıyordu iki kardeş. Annelerini kaybetmişler, babaları ile birlikte hayatlarına devam ediyordu Cathy ve abisi Ethan. Çok fırtınalı ve yağmurlu bir günde hastalanıp yataklara düşerler. Babaları doktor bulmaya gittikten kısa süre sonra kendilerine gelirler. Şimdi daha iyi hissediyorlardır. O sırada kapı çalar. Gelen, denizci kostümü giyen bir yabancıdır. Ücra ve tekinsiz bir yerde olmalarına rağmen, kıyıya yanaşan gemilerin uğrak noktasıdır han. Çocuklar gelen ziyaretçilere alışıktırlar ama bu havada hangi gemi yanaşabilmiştir ki? Korkarak ve tedirgin olarak kapıyı açar ve içeriye davet ederler gizemli yabancıyı. Adının Jonah Thackeray olduğunu söyleyen genç denizci, kendisini bu korkunç havada dışarıda bırakmadıkları için iki kardeşe minnettar olur.

Ateşin başındaki koltuğa oturup içeceğini yudumlarken masadaki kitaplar onun ilgisini çeker. Edgar Allan Poe'nun korku öyküleridir bunlar. Özellikle Cathy bu tarz şeyleri okumaya bayıldıklarını söyleyince Jonah, onlara eğer isterlerse babaları dönene kadar eşlik edebileceğini ve duyduğu ilginç hikâyeleri anlatabileceğini söyler. Ethan ondan hoşlanmasa da anlatacaklarını merak ettiği için karşı çıkmaz.

20231130_090828.jpg

215 sayfadan oluşan bu ciltte, denizde ve gemide geçen birbirinden ürkünç on öykü bulunuyor. Tıpkı Montague Amca'nın bahsettiği tarzda birbirinden bağımsız gibi görünen ama bir noktada kesişen anılar dinleriz ateşin başında.

İblis dövmeli Irezumi, bana 1899 dizisini anımsatan Sandaldaki Çocuk, et yiyen salyangozların olduğu Doğa, bir Habil-Kabil hikâyesine dönen Çamur, gemidekilerin gizemli bir şekilde kaybolduğu Maymun, kulaklara fısıldayan Oyma Şeytanı, Tepedeki Ev | Bly Malikânesi dizisini çağrıştıran Kurtboğan ve nihayet gizemli yabancının hikâyesi olan Kara Gemi ile son buluyordu. Hepsi birbirinden güzeldi ama içlerinden bazıları vardı ki kitabı bitirdikten sonra bile içindeki sesleri duyar gibiydim ve anlatılanları çözmeye, hazmetmeye çalışıyordum. 🙊

Hani insan bir rüyadan uyanır da onu korkutup uyandıranın ne olduğu sorulduğunda, sadece korkunun kendisini hatırlayıp sebebini hatırlamaz ya, aynen böyleydi işte. (sf 205)


20231130_091008.jpg

Son cildin ismi ise Tünelin Ağzından Dehşet Hikâyeleri idi. 240 sayfadan oluşan, serinin bu son cildinde de on öykü bizi karşılıyor. Diğer ikisinin altında kalsa da yine de okuması çok keyifliydi. Dehşetin tonu biraz silikleşiyordu sadece. Aslında tıpkı az önce bahsettiğim gibi olmasını isterdim. Tüm hikâyelerin gemide geçtiği öykülerdi onlar. Burada da trende geçenleri okuyacağımızı düşünmüştüm ama yanılmışım. Keşke öyle olsaydı.

Robert Harper, uzaktaki okuluna gitmek için tren istasyonuna üvey annesiyle birlikte gelir. Bu onun tek başına yapacağı ilk yolculuktur. Ona iyi davranmasına rağmen aynı karşılığı bulamayan üvey annesi, korkunç bir rüya görmüştür. Tünel ve tehlike kelimeleri dökülür ağzından ve başka bir gün gitmesini istese de Robert onun fikrini önemsemez. Soğuk bir şekilde vedalaşarak trene biner ve kompartımanları gezerek kendine boş bir yer bulur. Yanına gelen bazı yolcularla birlikte sohbet ederken vakit geçer ve kısa zaman sonra uyuyakalır..
Kendine geldiğinde ne kadar süre geçtiğini bilmemekle birlikte trenin durmuş olduğunu fark eder. Bu sırada karşısındaki koltukta beyazlar içinde bir kadının oturduğunu ve ona baktığını görür. Diğer yolcular uyuyordur.

Trende neler olduğunu sorar ama hiçbir şey bilmiyordur Beyazlı Kadın. Ona bu ismi takmıştır çünkü ismini Robert'a bağışlamamıştır. Aralarındaki kısa sohbetin ardından vakit geçirmek için ona bir hikâye anlatmak ister.

"Geçmişin hayatta kalıp bugünü etkileyebileceğine inanır mısınız?" diye sordu Beyazlı Kadın. (sf 138)

Yuvaya konan guguk kuşu yumurtasını andıran Sera, Ada, hayali arkadaşın her zaman hayali olmayabileceğini anlatan Yeni Mürebbiye, perili ve üzücü olan Küçük İnsanlar, edilen dualardaki sözlerin ne kadar önemli olduğunun altını bir kez daha çizen Kambur Taş, ürkütücü kuklaların olduğu Gerald, şu anda bile izlediğim aynı isimli korku filminden ayırt edemediğim Rahibe Veronica, bol sinekli Fısıldayan Çocuk, Duvardaki Çatlak ve Tünelin Ağzı ile son buluyordu.

Aslında ilk kitaptaki ana hikâyeye bağlanıyordu diyebiliriz. Bir döngünün içinde gibi oluşturmuş yazar. Baştaki karakterin sonunu öyle güzel bitirmiş ki tekrar tekrar okur insan. Bu satırları yazmak bu yüzden çok vakit aldı. Çünkü altı çizili cümleleri tararken çoğunu yeniden okudum diyebilirim. Hiç pişman değilim.

Ayrıca rahatsızlık vermeden birçok yazar ve kitaptan bahsetmiş, hatta karakterlerin isimlerini onlardan seçmiş. Bunu fark ettikçe mutlu oldum.
Bu tarz konulara ilgi duyan, gerilim / korku film ve dizileri izlemekten keyif alan herkesin kitaplığında bulunmasını isterim bu serinin. Beğeneceğinize eminim.

Dizi demişken bu tekinsiz öykülerden sonra ister istemez bu minvalde şeyler izlemeye yöneliyor insan. Önce 2016 yapımı Slasher / Cellat dizisini izledim. Sanırım üç sezonmuş ama Netflix'te tek sezon olarak mevcuttu. 8 bölümden oluşan bu dizinin açılış sahnesi hayli kanlıydı.
Tom Winston isimli adam, cellat kostümü giyerek bir evdeki karı-kocayı öldürür. Hamile kadının bebeğini kucağına alır ve onun hayatını bağışlar. Seneler geçer ve o minicik bebek ailesinin katledildiği eve eşiyle birlikte taşınır. Sarah eskiyi unutmaya çalışır fakat kasaba buna izin vermez.

Seven filmindeki gibi 7 büyük günaha takıntılı olan birisi, cellat kostümü giyerek cinayet işlemeye başlar. Açgözlülük, şehvet, öfke, haset, tembellik, oburluk ve gurur-kibir ile ilişkilendirdiği insanları bir bir avlamaya başlar. Her bölümde yeni bir cinayet işlenir. Sırlar ortaya dökülür ve insanların neye dönüşebileceği gözler önüne serilir. Bu tarz içerikleri seviyorsanız tavsiye edebilirim.

Dün gece bitirdiğim, mini dizi sayılabilecek bir Norveç antolojisi olan Bloodride'dan bahsetmesem olmaz. Kan Yolculuğu isminin hakkını verecek ölçüde korkunç tipli bir şoförün kullandığı otobüsteki yolcuların hikâyelerini izleriz aslında. 2020 yapımı olan bu dizinin introsu, bölümlerden daha korkutucu geliyor bana hâlâ.

Korku atmosferini 25-30 dakikalık 6 bölüme sığdırmayı başarmışlar, tebrik ediyorum. Bir oturuşta bitirilebilecek şekilde olması güzel ama ben ara vererek izledim.

Bir bölümde, şehirden kırsal bölgeye taşınan Molly ve ailesinin başından geçenlere tanık oluruz. Komşuların besledikleri hayvanlara olan tuhaf bağlılıklarını öğrenince ailenin hayatı tamamen değişir. Tamahkâr olmanın nelere sebebiyet vereceğine dair ibretle izlenecek bir bölümdü.

Bir başkasında; yazarlık kursuna katılan Olivia ve kurs arkadaşının yaşadıkları, gerçekliğin sorgulanmasına neden olur. Bir yanda yazılan öykü gerçek olurken diğer tarafta gerçeğin hayalle karıştırılması söz konusudur. Inception filmini anımsattı bana, hoşuma gitti.

Son olarak; azimli bir öğretmen olan Sanna, yaşanan bir trajedi sonucu kapatılan ve kırk yıl sonra yeniden açılan bir okulda işe başlar. Okulda tuhaf şeyler yaşanınca olayları araştırır. Öte dünyadan ona seslenip yardım isteyen çocuklar masum mudur yoksa şeytanın ta kendisi midir?

Üç Çılgın Kardeş, Deney Fareleri ve Bariz Gerçek diğer bölümlerin isimleriydi. Genel olarak tekinsiz ve ürkütücü atmosfere sahip hikâyelerdi seyrettiğimiz. Bu tarz gerilimli dizilerden hoşlanıyorsanız önerebilirim.

Yazarken keyif aldım, kitapları tekrar okudum, dizi sahneleri gözümün önünden geçti. Umarım sizi sıkmamışımdır, okuduğunuz için teşekkür ederim. 💐



0
0
0.000
10 comments
avatar

Bu tarz konulara ilgi duyan, gerilim / korku film ve dizileri izlemekten keyif alan herkesin kitaplığında bulunmasını isterim bu serinin.

Nedense korku/gerilim filmleri ilgimi çekmiyor. En son Elm Sokağı'nda Kabus serisini izlemişimdir herhalde. Freddy Krueger taklidi yapıp arkadaşlarımı güldürürdüm. Aksesuarlarım tamdı. Çizgili kazağım ve şapkamla epeyce etkili oluyordum.

0
0
0.000
avatar

En son Elm Sokağı'nda Kabus serisini izlemişimdir herhalde. Freddy Krueger taklidi yapıp arkadaşlarımı güldürürdüm. Aksesuarlarım tamdı. Çizgili kazağım ve şapkamla epeyce etkili oluyordum.

eğlenceli bir anıymış 🙆‍♀️
ben de küçükken, ailem izlerken görmüştüm bu filmi ilk ve çok korkutucu gelmişti. büyüyünce tekrar baktığımda korkularımla yüzleşmiştim :)

teşekkür ederim sayfama uğradığınız ve okuduğunuz için 🌸🍃

0
0
0.000
avatar

Kitapların adi kadar kapakları da dehşet verici. Çok fazla tarzım olmayan bir tür. Ama bence öbür dünyadan bana kim seslenirse seslensin masum falan düşünmem kafayı yerim😂 onu biliyorum. Sanırım bu farklı öyküleri okuyunca gece kafamda kurmaktan da uyuyamam.

Bu üçleme kitap tanıtımı için çok teşekkür ederim arkadaşım 🥰

0
0
0.000
avatar

bence öbür dünyadan bana kim seslenirse seslensin masum falan düşünmem kafayı yerim

bu konuda haklısın ama kitaplarda okuyunca heyecanlı oluyor 🙆‍♀️

ben de vakit ayırıp okuduğun için çok teşekkür ederim 🌼

0
0
0.000
avatar

Korku filmleri seven biri olarak ilgimi çekecek bir kitap :)

0
0
0.000
avatar

teşekkür ederim, beğenmene sevindim 🙂

0
0
0.000